hesabın var mı? giriş yap

  • 80'li yılların başında beşiktaş'a çok büyük bir miktarda nakit hibe ederek beşiktaş'ı ayağa kaldıran ve bunu yaparken yönetim kurulunda dahi olmayan büyük beşiktaşlı erdoğan demirören'in frankenstein'a benzettiğim oğlu, iyi bir beşiktaşlı.

    yıllar sonra gelen edit: iyi bir beşiktaşlı olduğu konusunda bizleri şüpheye düşürmüş insan.

    daha bi yıllar sonra gelen edit: ben de bu adama "iyi bir beşiktaşlı" demişim ya, ağzıma sıçsınlar benim. 19 yaşında yazıp da 26 yaşımda pişman olduğum çok şey var ama bu bi başka mına koyim. acı çekiyorum resmen.

    en son edit: olm adam fenerbahçeli çıktı lan?

    en bi son edit: erdoğan demirören için söylediklerim de içime kaçmış bulunmakta. hayırlı olsun.

  • sürekli "ulan akşam hanım eve küçük yoğurt mu istediydi büyük yoğurt mu?" der gibi kafasını ovuşturup düşünüyor.

  • "katılmıyorum ama anlayabiliyorum" demiştir az önce kendisi ki ne spor kamuoyunda ne de siyasette bu cümleyi içselleştirebilmiş az insan vardır.

  • bazen "şimdi sıçtık" diyebileceğimiz durumlarda bile bardağın yarı dolu olabileceğini ve böyle durumları kendimiz için olumlu duruma çevirebilecegimiz gerçeği. ornek içinde biraz çakallık var ama olsun... temsili.

    sene 1912. amerika’nın meşhur başkanı theodore (teddy) roosevelt’i, 2. kez başkan seçmek için, seçim kampanyaları tüm hızıyla devam ediyor. roosevelt’in kampanya müdürü george walbridge perkins, seçimler için bir broşür hazırlatır. broşürün kapağında ise theodore roosevelt’in güzel bir fotoğrafı vardır. amerika’nın her bir köşesine gönderilmek üzere 3 milyon adet broşür basılır. postaya verilmesine birkaç dakika kala, george’un gözüne, broşürün kapağında yer alan fotoğrafın altındaki küçük bir yazı ilişir: moffett stüdyosu, şikago.

    george’un başından kaynak sular dökülür bir anda. "şimdi sıçtık" der. 3 milyon adet broşürde yer alan fotoğrafın telif haklarını şikago’da bulunan bu küçük stüdyo elinde tutmaktadır ve kampanya çalışanlarından hiç kimsenin aklına, bu stüdyodan izin almak gelmemiştir.

    sorun, eğer, stüdyonun sahibi telif haklarına dayalı bir dava açacak olursa, theodore roosevelt, kullanılan her fotoğraf başına 1 dolar ödemek zorunda kalacak olmasıdır. kampanya içinde önemli bir yeri olan broşürün, çöpe atılıp (3 milyon adet) ziyan edilmesinin de doğru bir davranış olmayacağına karar veren george wallbridge perkin, hemen telgrafın başına geçip, şikago’daki stüdyoya şu mesajı gönderir:

    "biz, roosevelt’in başkanlık seçimleri için, kapağında senin çektiğin fotoğrafın yer alacağı, 3 milyon adet kampanya broşürü basmak istiyoruz. bu senin stüdyon için büyük bir tanıtım fırsatı. bize, fotoğrafını kullanmamız için ne kadar ödeyebilirsin?"

    stüdyodan aynı gün içinde cevap gelir:

    "şimdiye kadar hiç böyle bir tanıtım çalışması yapmadık ve bu bizim için büyük bir fırsat ama biz, yalnızca 250 dolar ödeyebiliriz!"

    bardak yarı dolu mu, yarı boş mu? tartışması aslında bu örneğin altında yatan ana olay. birçok şirket/kişi, içinde bulunduğu kötü durumu “felaket” olarak adlandırırken, bazıları ise, içinde bulunduğu her durumu, bir “fırsat” olarak görebiliyor ya da “felaket” yönetimini o kadar ince planlayıp, güzel uyguluyor ki, her “felaket” onlar için bir fırsat haline dönüşüyor.

  • sene başında arsenal ile kafa kafaya oynadı şampiyonlarlar ligini tek golle kıl payı kaçırdı arsenal bitmiş dediler. tottenham geldi üst düzey iki maç sonunda tottenham'ın üzerinde grup birincisi oldundu "abi tottenham bitmiş" dediler. liverpool ile eşleşildi premier ligde son dokuz haftada tek mağlubiyeti yoktu ancak son dakika tartışmalı bir penaltıyla anfield road'da mağlup olundu suarez'den sonra liverpool bitti dediler ..

    diğer yakada dordmund gerçekten bitmiş bundesliga'nın dibine kazık çakmıştı. 2 maçta dörder tane yuvarladı, "abi dordmund avrupada başka oynuyor" dediler.. haa bu arada bitmiş arsenal u-17 kadrosuyla dört tane çaktı "abi adamlarda altyapı var" dediler.

    neyse bizim kadromuz yetersiz beyler, siz kendi kadronuzun hayrını görün..

  • arkadaşlar bazı oyuncular vardır. koşmazlar, çok hareketli değillerdir hatta yavaş oyunculardır ama öyle paslar verirler, öyle şutlar atarlar ki deli dana gibi koşan adamlardan 4 kat fazla iş yaparlar.

    ha işte bu onlardan değil.

    bu sadece şişman.

  • tutturmuşlar bir " bu çocuklara sahip çıkalım, bu çocukları üzmeyelim, bu çocukların alın teri vs..."

    ulan yılda 4-5 milyon yuro kazanan çocuk mu olur?

  • başlıkta bir önceki entrymde bahsettiğim dizi ile ilgili olası teorilerden birkaçını yazacağımı söylemiştim (bkz: #139758889).

    bu entryde will byers ve kendisiyle ilgili olası birkaç senaryodan bahsediciim.

    diziyi hala izlemekte olan, hiç izlememiş olan varsa buradan sonrasına devam etmesin. attention please!! this entry includes spoilers! be aware!!

    .
    .
    .
    .
    .
    .
    .
    .
    .
    .
    .
    .
    .
    .
    .
    .
    --- spoiler ---

    öncelikle bu kısmı diziyi izlememiş olanların okumayacağını tahmin ediyorum.

    bildiğimiz üzere dizi, will byers'ın upside down'da kaybolmasıyla başladı. peki neden will byers upside down'daydı? mesela mike değildi? veya dustin?

    bu soru için aşağıdaki iki sahne arasında “enteresan” dedirtecek bir ipucu yakalanabilir. sahneler için şöyle buyrun:

    sahne 1

    sahne 2

    victor creel, “sensitive” sıfatını çoğunluk gibi olmayan/kibarca “uyumsuz” anlamında kullanmış çıkarımı yapabiliriz. çünkü gördük ki henry creel hassas veya içli değil, iblisin ta kendisi.

    şimdi elimizde will'in eşcinsel olduğu bilgisi var. belki de joyce “sensitive” derken will'in eşcinsel olmasından bahsediyordur düşüncesi gelebilir. hayır, joyce will'in cinsel kimliğinden bahsetmiyor. çünkü will'in eşcinsel olduğunu öğrendiğimiz sezon üçüncü sezondu. bu gözden kaçmış. will'in eşcinsel olduğunu bir önceki sezonda bizzat mike söyledi bize:
    ağzın büzüşsün mike
    mike will'in gay olduğunu herkesten önce biliyordu. kendisine aşık olduğunu ise bilmiyor, idiot olduğu için henüz farkına varamadı.

    evet, yazarlara ve duffer brothers'a göre hikayenin gidişatı, karakterler ve karakterlerin özellikleri hikayenin en başından en sonuna kadar belliydi -bu dizi hikayenin gidişatına göre sonu şekillenen bir dizi değil-. ama joyce'un will hakkında “sensitive” sıfatını kullanması eşcinselliği ile alakalı olsaydı, bunun ipucunu da zaten birinci sezondan alacaktık.

    bu bilgilerle diyebiliriz ki hikayenin başlangıcında mike veya dustin veya lucas yerine will'in upside down'da olmasının sebebi, will ve henry/001/vecna arasında bir benzerlik olması olabilir mi?

    bu bağlantı, will'in vecna tarafından -dolaylı da olsa- ikinci sezonda host body olarak kullanılmasından ibaret olamaz. will barb gibi değildi, demogorgon tarafından sadece av olarak görülseydi çok kolay avlanabilirdi birinci sezonda. evet will saklanmayı çok iyi becerir demişti jonathan ama sadece “should i stay or should i go” söyleyip zihni kapatarak ve saklanarak da bir yere kadar korunabilirsiniz. will'in saklandığı süre boyunca -saklandığına inandığımız süre boyunca- will ve vecna arasında birtakım pazarlıklar döndüğünü düşünmememiz için hiçbir sebep yok.

    hatta vecna tarafından will'e ikinci sezonda çok çok fazla tolerans gösterildiğini bile düşünüyorum çünkü will sonradan onun da vecna olduğunu öğrendiğimiz sezon canavarı için “ben hariç herkesi öldürmek istiyor” demişti. dördüncü sezon yedinci bölümde izledik ki 001, eleven hariç herkesi öldürmek istedi. çünkü eleven özeldi, güçlüydü ve potansiyeli vardı. 001, eleven'ı safında istemişti. bu noktada will'i artık upside down ve gerçek dünya arasında sadece bir host body olarak göremeyiz.

    will, eleven gibi veya 001 veya 008 gibi muhtemelen birtakım telekinezi/empat yeteneklere sahip bir çocuk. hatta görüyor ve artırıyorum. creel house'un, victor creel'ın eşinin amcası tarafından kendilerine miras bırakıldığını biliyoruz. hawkins küçük bir kasaba. muhtemelen bir veya iki nesil öncesinde kasabadaki soy bağları oldukça girişikti. dolayısıyla henry creel ve will byers arasında bir soy bağı olabileceğini söylemememiz için hiçbir sebep yok. henry creel'ın yeteneklerinin doğuştan olduğunu bildiğimize göre, soy bağında bu yeteneklerin başka bireylere aktarılmış olması da gayet mümkün.

    evet, bu kısım belki bu şekilde düşünülmemiştir ve ben abartmışımdır ama değerlendirilebilir bir ihtimal olduğu kesin. çünkü joyce'un asla eleven'ın annesi gibi deneylere katılmayacağını ve will'in eleven gibi bir deney sonucu yeteneklerini kazanmayacağını biliyoruz. böyle bir şey olsaydı, bunu da bir ipucundan yakalardık.

    peki will madem bu yeteneklere sahip, neden hiçbir emare göremedik? will mutlu bi çocuktu çünkü her şeyden önce. arkadaşları vardı ve dikkati de dağınıktı bu yüzden. diğer bir sebep de dizide en çok üstüne basılan şey, practising. hawkins lab'de çocuklar sabah 9-akşam 6 mesai yapar gibi sürekli pratik yapıyordu. keza henry de yeteneklerini keşfettiğinde gelişim için çok uğraştığını gösterdi nancy'ye.

    will ve vecna arasında bir bağ var. bu bağın nasıl şekillendiğini ve will'in yeteneklerini ne şekilde ve hangi tarafta kullanacağını ise beşinci sezonda izleyeceğiz. vecna will'i yanında birinci sezondan beri istiyordu. bir will'i on kişi ister, vecna alır diyorum ben.

    düzeltme: 1. sezonda will'in babası tarafından “queer” olarak nitelendiği bilgisi geldi tekkullanimlikhesap'tan, dikkatimden kaçmış. bu bi ipucu evet will'in gay olduğuna dair. fakat sensitive tanımlaması için referansın “eşcinsellik” mi yoksa başka bitakım karakteristik özellikler mi olduğunu göreceğiz.
    --- spoiler ---

  • mehmet demirkol'un "en büyük başarın hangisi?" sorusuna verdiği cevap:
    "bence en büyük başarısı bir insanın, tembelliğine karşı koymasıdır. bunu yapan her şeyi yapar."

    hayata ve hayatına yön vermek isteyen fakat bir türlü harekete geçemeyen, kendine motivasyon sağlamak için birinin gazına ihtiyacı olan herkese semih saygıner'in röportajlarını izlemeyi tavsiye ediyorum... sen çok yaşa semih abi.